Mehmed Akif Ersoy, 27 Aralık 1936’da hakka yürümüştü. Cenazesinde ise yalnızca çok sevdiği milleti vardı… İstiklal Marşı’nı yazan Kur’an şairi Mehmed Akif Ersoy, vefatının 82. yıldönümünde anılıyor. Gerek Milli Mücadele..
Mehmed Akif Ersoy, 27 Aralık 1936’da hakka yürümüştü. Cenazesinde ise yalnızca çok sevdiği milleti vardı…
İstiklal Marşı’nı yazan Kur’an şairi Mehmed Akif Ersoy, vefatının 82. yıldönümünde anılıyor.
Gerek Milli Mücadele döneminde gerekse sonrasında sürekli milletin yanında olan Mehmed Akif, cumhuriyetin kurulmasından sonra fikir ayrılıklarından dolayı 1925 yılında Mısır’a gitmek zorunda kalmıştı. Mısır’dayken memleketinden ayrı kalmanın hüznüyle hastalanmış, 1936’da Türkiye’ye dönmüştü. Döndükten altı ay sonra, 27 Aralık 1936’da vefat etmişti.
CENAZESİNDE YALNIZCA MİLLET VARDI
Kurtuluş savaşı sürecinde yazdığı yazılar ve camilerde verdiği hutbeler ile halkın duygularını coşturan Mehmet Akif, milli mücadeleye önemli katkılarda bulunmuş I.Mecliste Milletvekili olarak da görev yapmıştır. Mehmet Akif Ersoy yazdığı İstiklal Marşı ile de milletimizin yazdığı destanı şiirleştirmiş yine onu asıl sahibine yani millete armağan etmiştir.
MEHMET AKİF ERSOY
Şair, fikir ve mücadele adamı Mehmed Âkif, Fâtih’te, Sarıgüzel mahallesinde mütevazı bir evde 1873’te doğdu. Fatih Medresesi müderrislerinden Mehmed Tahir Efendi’nin oğludur.
Babası, Arnavutluk’ta ipek kasabası Suşisa köyünden İstanbul’a gelip, Yozgatlı Hacı Mehmed Efendiden icazet aldı. Annesi Buharalı bir aileye mensup. Mehmed Âkif, bu anne ve babadan İstanbul’un Fatih semtinde, Sarıgüzel mahallesinde doğdu. Ebced hesabıyla doğum yılını veren “Ragif” (H. 1290) kelimesi babası tarafından ad olarak verildi. Bu ad yaygın ve bilinir olmadığından “Âkif” şeklinde söylendi ve bu isimle tanındı.
Dört yaşındayken Emir Buharı Mahalle Mektebi’ne başladı, İptidaî (ilk) öğreniminden sonra Fatih Merkez Rüşdiyesi ve Mekteb-i Mülkiye’nin idadî (lise) kısmını bitirdi. Mülkiye’nin âlî (yüksek) kısmına geçmişken, aynı yıl babası öldü ve Sarıgüzel’deki evleri yandı (1887-88). Bu yüzden yeni açılan yatılı Halkalı Mülkiye Baytar Mektebi’ne geçti. Şiirle ilgisi bu mektepte başladı.
ÂKİF’İN RESMİ HAYATI
Baytar Mektebi’ni birincilikle bitiren (1893) Mehmed Âkif, Umûr-ı Baytarîye ve Islâh-ı Hayvanât Umum Müfettiş Muavinliği’ne tayin edildi.
Kendi ifadesine göre, üç-dört yıl Rumeli, Anadolu ve Arabistan’da bulaşıcı hayvan hastalıklarının tedavisi için dolaştı. Edirne’de baytar müfettişi, Adana’da vilayet baytarı olarak bulundu.
Bu arada İsmet Hanım’la evlendi (1898). Halkalı Ziraat Mektebi (1906) ve Çiftçilik Makinist Mektebi (1907)’nde hocalık yaptı. Darülfünun Edebiyat-ı Osmaniye Müderrisliği’ne tayin edildi (11 Kasım 1908). Ziraat Nezareti’nde son memurluğu Umûr-ı Baytariye Müdür Muavinliği’dir. Balkan Savaşı’ndan
sonra Ziraat Nezareti’ndeki vazifesinden aynı daireden bir kimseye yapılan haksızlığa kızarak istifa etti (11 Mayıs 1913).
1913 yılı sonunda, İttihatçıların Sebilürreşad’ın yayınlarını tasvip etmemeleri, bu derginin yöneticisi olan Mehmed Âkif’in üniversitede ders vermesini eleştirmeleri üzerine Dârülfünûn’dan istifa etti. Yalnız Halkalı Mektebi’ndeki vazifesi devam etti. Balkan Savaşı’nın sonlarında kurulan Müdafaa-yı Millîye Heyeti Neşriyat Şubesi’ne aza seçildi. I. Dünya Savaşı’ndan önce Mısır ve Hicaz’a gitti (1914). Savaş sırasında Almanya’daki Müslüman esirlerin durumunu görmek için Alman hükümetinin daveti üzerine, Teşkilât-ı Mahsusa (Osmanlı gizli teşkilâtı) aracılığı ile Berlin’e gönderildi (1914). Aynı yıl Darü’l-Hilafeti’l-Aliye Medresesinin orta bölümünde Türkçe-edebiyat dersleri vermeye başladı. Gene Teşkilât-ı Mahsûsa tarafından Necid Emiri İbnürreşid’e gönderildi. İbnürreşid, İngilizler tarafından Arap Kralı olarak ilân edilen Şerif Hüseyin’in aksine Osmanlı Devleti’ne bağlı idi. Mehmed Âkif 1918 Temmuzunda Mekke Emiri Şerif Haydar Paşa’nın davetlisi olarak Lübnan’da iken Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye Cemiyeti’nin başkâtipliğine tayin edildi ve gezi dönüşü vazifeye başladı.
ŞİİR VE MÜCADELE
İzmir’in işgalinden (14 Mayıs 1919) sonra, Batı Anadolu’da yer yer beliren direnmeleri güçlendirmek için Balıkesir’e gitti. Vaazlarla halkı irşada çalıştı. Balıkesir izlenimlerini Sebilürreşad’da yayımladı. İstanbul’un işgalinden sonra Anadolu’da başlayan Millî Mücadele’ye katılmak üzere harekete geçti. Nisan ortalarında İstanbul’dan ayrıldı, muhtemelen 23 veya 24 Nisanda Ankara’ya ulaştı. Bu faaliyetlerinden ötürü, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’deki görevine son verildi (3 Mayıs 1920). TBMM’ne Burdur Milletvekili olarak katıldı (5 Haziran 1920). Konya isyanının bastırılması için bu vilayete gönderildi. Daha sonra Kastamonu’ya geçti. Burada Nasrullah Camii’nde vaazlar verdi (meşhur hitabe 19 Kasım 1920). Buraya gelmiş bulunan Sebilürreşad’ın sahibi Eşref Edip’le buluştu. Sebilürreşad’ı bir süre Kastamonu’da yayımladı (1920 Kasım). Tekrar Ankara’ya dönüp Tâceddin Dergâhı’na yerleşti. Bu sırada yazdığı şiir İstiklâl Marşı olarak kabul edildi (12 Mart 1921). Şer’iyye Vekâleti tarafından kurulan Te’lîfât-ı İslâmiye Heyeti’ne seçildi (1922). Millî Mücadele neticelendikten sonra İstanbul’a döndü (Mayıs 1923).
ESERLERİ
Mehmed Âkif şiirlerini 7 kitap halinde yayımladı, ilkinin adı olan Safahat sonradan şiir külliyatına ad olarak verildi. Safahat’ı teşkil eden 7 kitap:
Kişiler: Hocazâde (Mehmed Âkif), Köse imam (Mehmed Âkif’in babasının talebelerinden Ali Şevki Hoca), Âsım (Ali Şevki Hoca’nın oğlu). Emin (Âkif’in oğlu). Mehmed Âkif, özlediği, yetiştiğini veya yetişeceğini umduğu yeni nesli Âsım’la sembolleştirir. Çanakkale şehitlerini tasvir ederken lirizmin şahikasına çıkar.
Mehmed Âkif’in şiirleri ölümünden sonra Ömer Rıza Doğrul tarafından Safahat adı altında tek kitap hâlinde yayımlanmıştır (1943). Daha önceki kitaplarında yer almayan bazı şiirleri de bu kitaba alınmıştır (bunlardan en önemlisi, şairin milletin malı olduğu gerekçesiyle kitaplarında yer vermediği İstiklâl Marşı’dır). 1943’ten beri sürekli basılan bu kitap 8. baskıdan itibaren M. E. Düzdağ tarafından yayıma hazırlanmış, 10. baskıdan (1975) itibaren bazı şiirler ilâve edilmiş, devrimlere aykırı görülerek çıkarılan veya değiştirilen bazı kısımları eski hâline getirilmiştir. Safahat, Türk yayın hayatında hiçbir kitaba nasib olmayan bir ilgiye mazhar olmuş. Mehmed Âkif’in ölümünün ellinci yılından sonra (1986) telif haklarının sona ermesi dolayısıyla çok sayıda baskısı yapılmıştır.
Tercümeleri: Müslüman kadını (Ferid Vecdi’den, 1909), Hanoto’nun İslâmiyet’e hücumuna karşı Şeyh Muhammed Abduh’un müdafaası (1915), İçkinin hayât-ı beşerde açtığı rahneler (Abdülaziz Çaviş’ten, 1923), Anglikan kilisesine cevap (A. Çaviş’ten, 1924, bir kısmı Hazreti Ali diyor ki -1959 ve Hazret-i Ali’nin bir devlet adamına emirnamesi- 1963 adlarıyla yayımlandı), İslâmlaşmak (S. Halim Paşa’dan, 1919), İslâm’da Teşkilât-ı siyasîye (S. Halim Paşa’dan, Sebilürreşâd’da tefrika, 1922), Kur’an tercümesi (I. TBMM. Kur’an-ı Kerim’in tercüme edilmesi vazifesini Mehmed Âkif’e, tefsirini ise Elmalılı M. Hamdi’ye verdi. Ancak Mehmed Âkif sonradan bu işten “muvaffak olamayacağı” gerekçesiyle vazgeçti. Diğer bir kanaate göre de tercümesinin Cumhuriyet hükümeti tarafından Kur’an yerine ibadette ikâme edilebileceği zannıyla metni teslim etmek istemedi. Câmiü’l-Ezher âlimlerinden Yozgatlı İhsan Efendi’ye ölürse yakılmak kaydıyla bıraktı).
Diğer eserleri: Kastamonu Nasrullah kürsüsünde (Millî Mücadele sırasında Nasrullah Camii’ndeki hitabesi, Elcezire Kumandanı Nihat Paşa tarafından Diyarbekir matbaasında bastırıldı, 1921). Kur’an’dan âyet ve hadisler (Ö. Rıza Doğrul tarafından Sebilürreşâd’da çıkan sohbet ve makalelerden seçmeler, 1944). Mehmed Âkif’in çeşitli makaleleri ölümünün ellinci yılı dolayısıyla toplanarak yayımlanmıştır (1987, hazırlayanlar: Abdülkerim-Nuran Abdülkadiroğlu) Mehmed Âkif, Peygamberimizin son haccını anlatmak için Hacceti’l-vedâ, Âsım’ın devamı olacak İkinci Asım ve Selâhaddin Eyyubî ile ilgili bir piyes yazmayı da tasarlamıştı.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)